Westphalia Antlaşması Nedir? Westphalia Antlaşması Tarihi, Maddeleri, Önemi Ve Sonuçları Kısaca Özeti

img ]

En fazla merak edilen ve hakkında araştırmalar yapılan Westphalia Antlaşması tarihte imzalanmış en önemli barış anlaşmalarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Westphalia Antlaşması Nedir?

Westphalia Antlaşması tek bir antlaşma olmayıp Osnabrück Antlaşması ve Münster Antlaşmasını da kapsayan Westphalia Barışı olarak tarihe geçmiş olan bir antlaşmadır. Westphalia antlaşması, Otuz Yıl Savaşları ve Seksen Yıl Savaşları sona erdiği bir dönemde Ekim ve Mayıs aylarında 1648 tarihlerinde imzalanmış olan bir antlaşma olma özelliği taşımaktadır.

Westphalia Antlaşması Kimler Arasında Gerçekleştirilmiştir?

Westphalia barışı olarak da tabir edilen antlaşma 24 Ekim ve 15 Mayıs aylarında 1648 senesinde Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu, diğer Alman prensleri, Fransa, İspanya, İsveç ve Hollanda Cumhuriyeti temsilcileri arasında imzalanmış olan bir antlaşmadır. İspanya ve Fransa arasında 1659 tarihinde imzalanmış olan Pyrenees Antlaşması da bu antlaşmanın içine dahil edilmektedir. Westphalia adıyla anılan bu barış tarihçiler tarafından modern çağın başlangıcı olarak tabir edilmektedir.

Westphalia Antlaşması Tarihi ve Özeti

Vestfalya Antlaşması olarak da ifade edile Westphalia Antlaşması imzalanmadan önce Arupa’da otuz yıl savaşları devam etmekteydi. Bu savaşlar çok sayıda Avrupa devletinin ekonomik yönden yıpranmasına sebep olmaktaydı. Bu denli olumsuz etkiye sahip olan otuz yıl savaşları Avrupalı devletleri barış yapmaya mecbur bırakmaktaydı.

Bu bakımdan Westphalia Antlaşması, Avrupa’da ki güç dengesini önemli ölçüde değişikliğe uğratan tarihi antlaşmalardan biri olmuştur. Devam etmekte olan savaşların ardından İsveç ve Fransa arasında barış müzakereleri başlamıştır. Almanya’nın Hamburg şehrinde yapılan barış müzakereleri neticesinde bu iki devlet barış antlaşmasına imza atmıştır.

Münster ve Obrastruck şehirlerinde her iki devlet bir araya gelmiştir. Bu dönmede İsveç, diğer Avrupalı devletlerin de bu barış müzakeresine katılmasını istemekteydi. İsveç’in göstermiş olduğu çabalar sayesinde diğer Avrupalı devletlerde yavaş yavaş bu kongreye dahil olmuştur. İlerleyen süreçte savaşan diğer ülkelerin de katılım göstermesiyle bu müzakere daha da genişlemiş ve bir Avrupa kongresi haline gelmiştir.

Avrupalı devletler bu kongre sürecinde siyasi çıkarlarının yanı sıra önemli olan dini sorunları da görüşmektelerdi. Bu durum neticesinde sürekli olarak kongrede taraf değişiminin ortaya çıkmasına sebep olmaktaydı. Gerçekleştirilen bu barış müzakereleri toplamda 3 yıl boyunca devam etmiştir. 3. Yıl sonunda ise Münster şehrinde Vestfalya barış antlaşması 15 Mayıs 1648 yılında imzalanmıştır.

Westphalia Antlaşması Maddeleri

Westphalia antlaşması, uluslararası alanda büyük öneme sahip olan bir antlaşma olarak tarihteki yerini almıştır. Antlaşmanın maddeleri ise şunlardır:

  • Bremen bağımsız bir şehir ilan edilecektir.

  • Antlaşmaya taraf olan devletlerin tümü, Augsburg barışını tekrardan tanıyacaktır.

  • Ticari sınırlar tekrardan yapılacak olan antlaşmayla belirlenecek ve ticari ağlar genişleyecektir.

  • Bölgede yer alan her prens kendi bölgesi için en doğru dini hükümlere karar verecektir.

  • Alman prensleri Kutsal Roma Cermen imparatorluğuna aykırı olmayacak bir biçimde başka ülkelerle barış antlaşması yahut diğer antlaşmalara girişebilecektir.

  • Hrıstiyanlık inancına sahip olan bireyler kendine uygun görmediği mezheplerin haricinde kilisenin güvencesi altında olmak şartıyla kamusal alanlarda özel ibadetlerini gerçekleştirebilecektir.

Westphalia Antlaşması Önemi

Westphalia antlaşması, modern çağın bir başlangıcı olarak kabul görmektedir. Bu bakımdan oldukça büyük bir anlam ifade etmektedir.

Westphalia Antlaşması Sonuçları

Westphalia antlaşmasının imzalanmasıyla birlikte otuz yıl savaşları ve seksen yıl savaşları bitmiştir. Westphalia antlaşmasıyla beraber dini meseleler de çözülmüştür. Bu sayede Avrupa’da yaşanan dini karışıklık ve imtiyazlar son bulmuştur. Ticaret ağları da tekrardan bu antlaşmayla beraber kurulmuştur.

Modern devlet nedir? Modern devlet anlayışı nasıl ve hangi antlaşma ile ortaya çıkmıştır?

img ]

Modern Devlet anlayışı, genel olarak herkesin eşit şartlara, özgürlüklere ve yaşam hakkına sahip olduğunu betimleyen bir yönetim şeklidir.

Modern Devlet Nedir?

Modern devlet, bir zamanlar birkaç ayrı kurumda yer alan sosyal, politik ve ekonomik işlevleri tek bir varlıkta birleştirdi. Modern devletin egemenliği, eskiden Avrupa’da hüküm süren, her biri kendi yetkilerine ve imtiyazlarına sahip üç malikanenin prenslerin gücünü kontrol ettiği sosyal ve politik sistemler tarafından tasarlanmamıştı. Kilise, soylular ve köylülüğün tümü, az çok iyi ifade edilmiş belirli geleneksel haklardan yararlandı. Modern Avrupa ulus-devletleri, çok sayıda küçük ve örtüşen yetki alanlarının, güç odaklarının bir arada var olduğu ve rekabet ettiği parçalı bir düzenden ortaya çıktı.

Dönem boyunca Avrupa’dan bahsetmek bile, kıtanın bir şekilde birleşik, tutarlı bir siyasi veya kültürel varlık olarak resmini baltalayan önemli ayrıntıları atlamak demektir. Aynı şekilde, ortak bir tarih ve kültür tarafından iyi tanımlandığı düşünülen, farklı milletler olarak ele aldığımız bu yerlerin çoğu, aslında kendi içlerinde oldukça çeşitliydi.

Modern Devlet Anlayışı Nasıl ve Hangi Antlaşma İle Ortaya Çıkmıştır?

İlk modern devletler monarşilerdir. 18. yüzyılın sonlarından itibaren, Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde şimdi temsili demokrasi dediğimiz şeye doğru bir hareket oldu. Temsili demokrasiler, tarihsel olarak modern devletlerden daha güvencesiz olmuştur ve bu hükümet biçimine alternatifler bulunmaktadır. Modern ticaret koşulları altında modern devletin zorunlu olarak temsili demokrasiye yol açtığı fikri, özellikle Avrupa ve Kuzey Amerika dışındaki tarihsel deneyimlerle çürütülmüştür.

On altıncı yüzyıldaki Reform ile birlikte, Kilise parçalanmaya başladığında birleşik bir Avrupa fikri tamamen çöktü. Çok geçmeden Martin Luther, 1483-1546 ve John Calvin, 1509-1564, Roma’dan emir almayan kendi dini mezheplerini oluşturdular. Bunun yerine yeni kiliseler, yeni devletlerle uyumlu hale geldi. İngiltere’deki VIII. Henry veya İsveç’teki Gustav Vasa gibi çeşitli krallar, kendi siyasi gündemlerini ilerletmek için dini çekişmeden yararlandılar. Reformu destekleyerek kendilerini Roma’nın gücünden kurtarabilirlerdi. Kuzey Avrupa’nın her yerinde, yeni ‘Protestan’ kiliseleri devlet tarafından yönetildi ve kilise arazileri devletin malı oldu.

Erken modern Avrupa, politik ekonominin altın çağıydı. Bu dönemde ekonomi, siyasetten ayrı bir alan olarak değil, devletin kendi amaçlarına hizmet etmek için manipüle edebileceği bir devlet idaresi aracı olarak düşünüldü. Ekonomik gelişme, vergilerden daha yüksek gelirler anlamına geliyordu ve krallara savaşlarında kullanabilecekleri daha fazla kaynağa erişim sağladı. Devlet ticareti teşvik etmeye hevesliydi, çünkü ticarette alınan vergilerin toplanması, toprak üzerindeki vergilerden çok daha kolaydı. Artık devletin yararlanabileceği doğal kaynaklar için bir arayış başladı. Nüfusu daha iyi takip edebilmek için bu kaynakları ülke sınırları içinde gösteren haritalar, doğum, evlilik ve ölüm listeleri oluşturulmuştur.

Her şeyden önce metal işleri gibi askeri açıdan önemli sektörlerde ve devletin vergilendirilmesi kolay sektörlerde yerli sanayiler kuruldu ve devlet sübvansiyonları verildi. Ayrıca yeni kurulan bilim akademileri tarafından çeşitli ‘faydalı bilimler’ teşvik edilmiş, buluş ve buluşlara ödüller verilmiştir. Devlet destekli üniversitelerde, yükselen yönetici sınıfın müstakbel üyelerine toplumu en iyi nasıl düzenleyecekleri ve barışı ve sosyal düzeni nasıl sağlayacakları öğretildi.

30 yıllık savaşı sona erdiren 1648 Westphalia Antlaşması, uluslararası siyaseti düzenlemenin yeni yolunu sembolize etmeye başladı. Bu noktadan itibaren uluslararası politika, devletlerarasındaki ilişkiler meselesiydi. Bütün devletler egemendi, yani kendi topraklarını yönetme ve diğer devletlerle ilgili olarak kendilerinin uygun gördükleri şekilde hareket etme konusunda münhasır hak iddiasında bulundular. Bütün devletler resmen eşitti ve aynı hak ve yükümlülüklere sahiptiler. Birlikte ele alındığında, devletler, kapsayıcı bir gücün olmadığı bir sistemde birbirleriyle etkileşime girdiler.

Veysi Dündar yazdı: KILIÇDAROĞLU’NDAN TARİHİ UYARI

img ]

Devleti Var Eden Nedir

Dünyada modern manada devlet sistemi, 1648 yılında Westphalia Barışı ile oluştu.

Bu zamana kadar da devletler vardı ama aralarındaki ilişkiler tanımlanmış değildi. Sınırlara saygı Westphalia’nın ürünüdür.

1648’den bu yana geçen yaklaşık 400 yılda hem devletler arası ilişkiler belirli bir noktaya ulaştı, hem de bu ilişkilerin eşitlik bazında kurgulanması için çabalar arttı.

Hatta Erdoğan’ın meşhur ”Dünya 5’ten Büyüktür” sözü de bu devlet sisteminde eşitlik arayışına dair bir iddia olarak zihinlere kazındı.

Devlet çoğu zaman “kol kırılır yen içinde kalır” hesabı kendi dahili sınırlarında ne yaşanırsa yaşansın, dışarıda bir bayrağın temsil ettiği özgüvenle varlığını sürdürür.

Erdoğan’ın içerideki ağır tahakküm rejimine gözünü kapayıp, dünyada eşitlik ve eşit temsiliyet istemesi de bu devlet sistemine dair kabullenişle uyumlu bir taleptir.

Erdoğancı kesimlerin özellikle Yunanistan’ı bir kaşık suda boğmak, Emevi camiinde namaz kılmak, Erivan’ı dize, Sofya’yı yola getirmek tarzında söylemleri bu eşitlik algısına gölge düşürse de; bunların popülist gerçeklikten yoksun propaganda ürünleri olduğu çoktan kanıtlandı.

Bugün özellikle belirli dengeler gözetilmeden devletler birbirlerine yan gözle bakamaz.

Afganistan Türkiye Hattı

Bütün bu altyapı ve kurgu içinde Afganistan’dan ülkemize doğru başlayan göç dalgası devlet sistemine dair bildiğimiz ne varsa sorgulamamıza yol açtı.

Suriye’li mültecilere iç savaştan kaçışta kapıları açmış bazı şehirlerimiz, şehirlerimizin bazı semtleri çoğunluğu Suriyelilere devretmişti.

Bu durum da ister istemez zihinlerde Suriye göçü ile paralellik kurulmasına yol açtı.

Suriye’de bir iç savaş vardı. Afganistan’da Taliban vahşeti olsa da uluslararası hukuk bağlamında net bir tanımdan söz edilemez.Amerika bile kendini geri çekti.

Suriye sınır komşumuz ama Afganistan’ın Türkiye diye bir komşusu bulunmuyor.

Afganistan’dan İran’a bildiğin pasaport ve vize ile giren Afganlar, ülkemizeyse deyim yerindeyse camı çerçeveyi kırıp giriyor. Bildiğin kaçak göçmen olarak.

İran’da barınmayan barınamayan Afganlar için Türkiye daha batı için bir atlama taşı veya bizati son durak olarak görülüyor.

Türkiye devleti ise sınırlarını kaçak olarak delen bu göçmen dalgasını, ülke içlerine kontrolsüz biçimde salıyor. Ortada ne bir mülteci kampı var ne de bir rehabilitasyon merkezi.

Türkiye Egemenliğine Tehdit

Balıkesir’e uçak inmeyen havaalanı yapmaya parası yeten bir ülkenin, parası olmadığı için böyle bir kamptan kaçınacağı akla gelen bir seçenek değil.

Ülkemiz dünyanın en zengin ülkesi.

Uçak inmeyen havaalanlarına, yolcu binmeyen trenlerine, araba geçmeyen yollarına köprülerine milyarlar ödeyen ülke, kaçak göçmenlere bir toplanma yeri yapmaktan aciz mi?

Fakat bırakın Afganların ülkeye giriş yaptığı Van’ı, ülkenin en batısı Kocaeli’de Afgan göçmenin tecavüzünden canı pahasına kurtulan kızların ülkesi olmuşuz bile.

Tam da bu noktada işin içinde başka işler olduğunu Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir twitiyle anladık.

Kemal Kılıçdaroğlu 3 cümlede özetledi olup biteni. Üstelik Afganistan’ı doğrudan zikretmeyerek Suriye’yi de paranteze aldı.

Kimseye göbek bağı olmadığını ve olan bitenin birilerinin göbek bağından kaynaklandığını da çekinmeden ifade etti.

Zaten aksi nasıl düşünülebilir?

Bu hangi devlet yönetim aklıdır ki kendi ülkesinin sınırlarını çekincesizce başka ülke halkına açsın. Velev ki çok alicenap bir devlet bu. Bu alicenaplığı göçmenleri ülkenin içine rasgele savurarak mı gösterecek?

Daha önce bir yazımda Türkmen kökenli bir Afgan’ın başından geçenleri detayla anlatmıştım.

Ortada devlet sistemi teorisini baştan sona alt üst eden hiçbir şekilde izahı mümkün olmayan bir durum var.

Ancak Kemal Kılıçdaroğlu’nun söylediği cümle konuyu açıklamaya yetiyor : “Haram yemedim” sözü aslında bütün bu absürd ve devletlerarası ilişkide yeri olmayan acaip durumu açıklıyor.

Hiçbir egemen devletin hiçbir yöneticisi böyle bir durumun oluşmasına müsaade etmez.

Yine Kılıçdaroğlu’nun Kuvai Milliye göndermesi de bu diyet borcunun egemenlik haklarından feragata yol açtığını ima ve işaret ediyor.

Türkiye devlet geleneğiyle övünen bir ülkedir. Yaşanan süreç bu geleneğin köklerini tuzruhuyla kurutuyor.

Ülke yol geçen hanına dönüşüyor.

Bütün bunlara dair ne hesap ne de izahat vermeye niyeti olanlar ülke yönetim katında.

Bu meşruiyetten yoksunluğun en net ve çıplak görüntüsü aslında.

Kılıçdaroğlu bize meşruluğa dönüş teklif ediyor. Bu ülke için ekmek ve su gibi acil ihtiyaç. Meşruiyetinden endişe duymayanlar ülke sınırlarını kilitsiz, ülkenin kadınlarını savunmasız bırakmaz.

Analiz, Veysi Dündar 19.7.2021